Ben anılarımı yazayım derken aldığım en güzel hediyenin bana bir hediyesi oldu ve ne desem az bu blog için:
http://birmuhendisleyasamak.blogspot.com
Ne desem ne anlatsam yetmez... Çok teşekkür ederim !
9 Ekim 2012 Salı
26 Ağustos 2012 Pazar
Kocaeli Efsaneleri
Yeni bir blog daha açtım. Kaç zamandır olgunlaşmasını bekliyordum. Umarım güzel bi' şey olacak. Kocaeli'de pek rastlamadığım, Kocaeli öykülerine başladım. Kimi zaman fantastik, kimi zaman gizem dolu olması için çalışacağım. Zaman zaman kurgu zaman zaman gerçekler olacak. Olursa, becerebilirsem güzel olacağına inanıyorum.
http://kocaeliefsaneleri.blogspot.com
http://kocaeliefsaneleri.blogspot.com
17 Ağustos 2012 Cuma
Vampir Avcısı: Abraham Lincoln
Yapımcılığını Tim Burton'ın üstlendiği film. Fragmanları ilk çıktığından beri merakla beklediğim bir filmdi. Ancak elimde bir sürü amalar birikti... Yakıştıramadım bu sefer. O kadar çok şey var ki.
Bu film Seth Grahame-Smith romanından esinlenilmiş. Yazarı duymadığımı rahatlıkla itiraf edebilirim. İnternette gezindiğimde de karşıma çıkan kitabın bu filmle hangi noktalarda birleştiğini bilmiyorum. Kitap için anlatılan öyküyle filmdeki öykü farklı.
105 dakikalık film için en büyük hayal kırıklığım Jasper Kent'in Onikisi ile büyük benzerlikler taşımasıdır! Böyle bir olaya Tim Burton'ın kalkışması ise ona yakıştıramadığım bir olaydır. Bilindiği üzere Jasper Kent Onikide Rusya'nın savaşlarında vampirlerin savaşlara katılmasını anlatmıştı. İşte filmde de olaylar aynen bu şekildedir. Bilindik Abraham Lincoln'ün kölelık karşıtı hareketinin doğuşu ve iç savaşta olan olaylarda vampirlerin rolü üzerine bir öykü. Bu kadar benzerlik esinlenme midir yoksa uyarlama mıdır yorumunu size bırakıyorum.
Bu noktadan sonra film içinden sahnelerden de bahsetmeye başlayacağım için filmi izlemeyenler bu uyarıyı yapmak isterim.
Yiğidi öldür hakkını yeme. Filmin hareketi kesintisiz. Her an bi' gerilim müziği başlayıp yükselebiliyor. Şansımıza Çiko'yla 3D filmine gittik. 3D'nin etkilerinden de bolca yararlanılmış ki Abraham'ın annesinin katiline ilk ateş ettiği sahne hoşuma gitmişti. Ancak vampirlerin yüzünüze yüzünüze dişlerini çıkartması o kadar çok tekrarlanıyor ki bir zaman sonra gına getiriyor.
Çok az filmde gözlerimi kısmışlığım veya kapatmışlığım vardır, bu da onlardan birisidir. Bi' kaç kez ürktüğümü ve yerimden sıçradığımı söyleyebilirim. Abraham Lincoln'ün Neovari (Matrix'in seçilmiş kişisi Neo'dan bahsediyorum) hareketleri de bolcaydı. Baltasını kullanışı aklımda kalan detaylar arasındadır.
Bu sene Tim Burton için vampir senesi oldu. Karanlık Gölgeler, Vampir Avcısı Abraham Lincoln'e yeğ tutar ve defalarca da izlerim. Tim Burton'da böyle bir ayrım yapmamıştım bu güne kadar ama bunu da yaptırdı. Yönetmenliği yapımcılığına karşı... 9 gibi, The Nightmare Before Christmas gibi, Corpse Bride gibi mükemmel ötesi filmlere yapımcıyken... Yakıştıramadım ben. Elbette ki bu filmde de bi' Tim Burton ustalığı seziliyor. Ancak olmadı bu sefer. Dark Shadows aldı yürüdü benim için. Derseniz hangisini önerirsin, kesinlikle Dark Shadows. İşin aslı Karanlık Gölgeler (Dark Shadows) filmi benim için bir sürpriz olmuştu. Çünkü bu filmden haberim yoktu. Birden afişini gördük ve Çiko'yla gittik. Çok daha fazla sevmiştik.
Vampir Avcısı Abraham Lincoln (Abraham Lincoln: Vampire Hunter) fragmanı:
Bu film Seth Grahame-Smith romanından esinlenilmiş. Yazarı duymadığımı rahatlıkla itiraf edebilirim. İnternette gezindiğimde de karşıma çıkan kitabın bu filmle hangi noktalarda birleştiğini bilmiyorum. Kitap için anlatılan öyküyle filmdeki öykü farklı.
105 dakikalık film için en büyük hayal kırıklığım Jasper Kent'in Onikisi ile büyük benzerlikler taşımasıdır! Böyle bir olaya Tim Burton'ın kalkışması ise ona yakıştıramadığım bir olaydır. Bilindiği üzere Jasper Kent Onikide Rusya'nın savaşlarında vampirlerin savaşlara katılmasını anlatmıştı. İşte filmde de olaylar aynen bu şekildedir. Bilindik Abraham Lincoln'ün kölelık karşıtı hareketinin doğuşu ve iç savaşta olan olaylarda vampirlerin rolü üzerine bir öykü. Bu kadar benzerlik esinlenme midir yoksa uyarlama mıdır yorumunu size bırakıyorum.
Bu noktadan sonra film içinden sahnelerden de bahsetmeye başlayacağım için filmi izlemeyenler bu uyarıyı yapmak isterim.
Yiğidi öldür hakkını yeme. Filmin hareketi kesintisiz. Her an bi' gerilim müziği başlayıp yükselebiliyor. Şansımıza Çiko'yla 3D filmine gittik. 3D'nin etkilerinden de bolca yararlanılmış ki Abraham'ın annesinin katiline ilk ateş ettiği sahne hoşuma gitmişti. Ancak vampirlerin yüzünüze yüzünüze dişlerini çıkartması o kadar çok tekrarlanıyor ki bir zaman sonra gına getiriyor.
Çok az filmde gözlerimi kısmışlığım veya kapatmışlığım vardır, bu da onlardan birisidir. Bi' kaç kez ürktüğümü ve yerimden sıçradığımı söyleyebilirim. Abraham Lincoln'ün Neovari (Matrix'in seçilmiş kişisi Neo'dan bahsediyorum) hareketleri de bolcaydı. Baltasını kullanışı aklımda kalan detaylar arasındadır.
Bu sene Tim Burton için vampir senesi oldu. Karanlık Gölgeler, Vampir Avcısı Abraham Lincoln'e yeğ tutar ve defalarca da izlerim. Tim Burton'da böyle bir ayrım yapmamıştım bu güne kadar ama bunu da yaptırdı. Yönetmenliği yapımcılığına karşı... 9 gibi, The Nightmare Before Christmas gibi, Corpse Bride gibi mükemmel ötesi filmlere yapımcıyken... Yakıştıramadım ben. Elbette ki bu filmde de bi' Tim Burton ustalığı seziliyor. Ancak olmadı bu sefer. Dark Shadows aldı yürüdü benim için. Derseniz hangisini önerirsin, kesinlikle Dark Shadows. İşin aslı Karanlık Gölgeler (Dark Shadows) filmi benim için bir sürpriz olmuştu. Çünkü bu filmden haberim yoktu. Birden afişini gördük ve Çiko'yla gittik. Çok daha fazla sevmiştik.
Vampir Avcısı Abraham Lincoln (Abraham Lincoln: Vampire Hunter) fragmanı:
11 Ağustos 2012 Cumartesi
Hastane Mi Kestane Mi
Bi' zaman olur Nejat Uygurum gelir. O anda belki belli bir oyununu isterim belki de gelişine açar izlerim bi' oyununu.
Bu gece de gelişine gecelerindendi. Hastane Mi Kestane Mi? geldi. İzledim güldüm. Durum kötü yalnız. Oyun tarihi aklıma gelmedi, bu akşam da bulamayınca ya da bulmak istemeyince muallakta kaldı tarih. Belki de korktum, kesin tarihi bilsem daha çok üzülürüm diye.
Anlattığı olayları al, bugüne uyarlama; git hastanelerimizden herhangi birisine, aynılarını göreceksin...
Daha fazla da üzerine bi' şey söylemek anlamsız. üstat Nejat Uygur zamanında söylemiş. Dinlenmemiş. Onu dinlememişler beni mi dinleyecekler?
Kestanesine yandığım Türkiyesi....
Bu gece de gelişine gecelerindendi. Hastane Mi Kestane Mi? geldi. İzledim güldüm. Durum kötü yalnız. Oyun tarihi aklıma gelmedi, bu akşam da bulamayınca ya da bulmak istemeyince muallakta kaldı tarih. Belki de korktum, kesin tarihi bilsem daha çok üzülürüm diye.
Anlattığı olayları al, bugüne uyarlama; git hastanelerimizden herhangi birisine, aynılarını göreceksin...
Daha fazla da üzerine bi' şey söylemek anlamsız. üstat Nejat Uygur zamanında söylemiş. Dinlenmemiş. Onu dinlememişler beni mi dinleyecekler?
Kestanesine yandığım Türkiyesi....
29 Temmuz 2012 Pazar
Mikroalaşımlı Çelikler
Proje biteli çok oldu, buraya yazmak bu güneymiş... Projemin girişi:
Mikro alaşımlı çeliklerin bir diğer adı HSLA çelikleridir. Proje içerisinde iki isim de kullanılabilir. HSLA’nın açılımı High Strength Low Alloy (Yüksek Mukavemet Düşük Alaşım)’dır. Düşük alaşım oranlarında yüksek mukavemet elde edilir. Bunu da alaşım atomlarının sebep olduğu sertleştirme mekanizmaları sağlar.Bu projede mikroalaşım atomlarının çalıştırdıkları mekanizmalar anlatılacak, etkileri incelenecektir. Alaşım elementlerinin etkilerinden bahsedilecektir.
HSLA çelikleri geleneksel çeliklerden daha iyi mekanik özellikler veya korozyona karşı daha dirençli olabilmeleri için tasarlanmışlardır. Genel anlamda alaşımlı çelik sayılmazlar. Çünkü kimyasal kompozisyondan ziyade spesifik mekanizmalara dayalı bir tasarım içermektedirler. HSLA çelikleri 275 MPa’dan fazla bir akma mukavemetine sahiptirler. Kimyasal kompozisyonları ürün kalınlığına bağlı istenen özelliklere göre değişkendir. HSLA çelikleri, yeterli şekillendirebilirlik ve kaynaklanabilirlik elde etmek için düşük karbon oranlarına sahiptir ( % 0.10 ile 0.50 arasında). Ayrıca % 2 kadar Mangan içerebilmektedirler.
HSLA çelikleri yaygın olarak haddelenmiş durumdadır. Ayrıca kontrollü haddelenip normalize edilmiş, çökelti sertleşmesi ile sertleştirilmiş olarak spesifik özellikli gereksinimleri karşılayabilir. HSLA çeliklerinin birincil uygulama alanları; petrol ve gaz boru hatları, gemiler, denizüstü yapılar, otomobiller, arazi araç ve ekipmanları ve basınçlı kaplar olarak örneklendirilebilir.
Bu da içindekileri:
1. GİRİŞ................................................................................................................
2. MİKROALAŞIMLI ÇELİKLERİN GELİŞİM SÜRECİ.................................
2.1. Mikroalaşımlı Çeliklerin Kabulü.......................................................................
3. MİKROALAŞIMLI ÇELİKLERİN MEKANİK ÖZELLİKLERİ...................
3.1. Mikroalaşımlama................................................................................................
3.1.1. Östenit Fazında Çökelme...................................................................................
3.1.2. Ferrit Fazında Çökelme......................................................................................
3.2. Tane Büyüklüğü.................................................................................................
3.3. Mukavemetlendirme Mekanizmaları..................................................................
3.4. Aşınma Davranışı...............................................................................................
3.5. Mikroyapı ve Alaşımlama İlişkisi......................................................................
3.6. Proses Parametreleri...........................................................................................
3.7. Gerinme Nedenli Çökelme.................................................................................
4. ÇİFT FAZLI ÇELİKLER..................................................................................
5. HSLA ÜRÜNLERİ VE UYGULAMALARI...................................................
6. SONUÇ..............................................................................................................
7. KAYNAKÇA....................................................................................................
2. MİKROALAŞIMLI ÇELİKLERİN GELİŞİM SÜRECİ.................................
2.1. Mikroalaşımlı Çeliklerin Kabulü.......................................................................
3. MİKROALAŞIMLI ÇELİKLERİN MEKANİK ÖZELLİKLERİ...................
3.1. Mikroalaşımlama................................................................................................
3.1.1. Östenit Fazında Çökelme...................................................................................
3.1.2. Ferrit Fazında Çökelme......................................................................................
3.2. Tane Büyüklüğü.................................................................................................
3.3. Mukavemetlendirme Mekanizmaları..................................................................
3.4. Aşınma Davranışı...............................................................................................
3.5. Mikroyapı ve Alaşımlama İlişkisi......................................................................
3.6. Proses Parametreleri...........................................................................................
3.7. Gerinme Nedenli Çökelme.................................................................................
4. ÇİFT FAZLI ÇELİKLER..................................................................................
5. HSLA ÜRÜNLERİ VE UYGULAMALARI...................................................
6. SONUÇ..............................................................................................................
7. KAYNAKÇA....................................................................................................
Mikroalaşımın esası, karbo-nitrür çökeltileri oluşturarak mukavemet arttırmaya bağlıdır. Çökeltiler diğer sertleşme mekanizmalarıyla birlikte çökelti sertleşmesi mekanizmasını etkin olarak kullanır. Titanyum, Vanadyum, Niobyum temel mikroalaşım elementleridir. Bunun yanı sıra Alüminyum da bir mikroalaşım elementi olup mikroalaşım çeliklerinin keşfinde büyük rol oynamıştır.
12 Temmuz 2012 Perşembe
İki Kelimenin Hikayesi
İki kelimenin hikayesidir bu:
Belki boştur, belki hoştur. Öznesi ya sensindir ya da ben.
"Seni seviyorum"la başlar. Başladıktan sonra "seni seviyorum" olur. Öznesi ya sensindir ya ben.
İki kelimenin hikayesi bu. Uzak diyarların birinde başladı. Kimse bilmez, herkes bilir. O zamanlarda da iki kelimenin hikayesiydi bu. Toplanın etrafıma, anlatayım:
Rivayet odur ki o diyarda o zamanlarda bir "seni" varmış. Bazen, kısaca "sen" derlermiş. "Seviyorum" hep "seni" ararmış. Bu arayış sürüp gidermiş.
Bir gün kavuşmuşlar birbirilerine. Ama arayış devam etmiş...
"Seni", "seviyorum"u ararmış.
Sonra da "seviyorum" "seni"...
İki kelimenin hikayesi bu.
Öznesi?
Biz.
Belki boştur, belki hoştur. Öznesi ya sensindir ya da ben.
"Seni seviyorum"la başlar. Başladıktan sonra "seni seviyorum" olur. Öznesi ya sensindir ya ben.
İki kelimenin hikayesi bu. Uzak diyarların birinde başladı. Kimse bilmez, herkes bilir. O zamanlarda da iki kelimenin hikayesiydi bu. Toplanın etrafıma, anlatayım:
Rivayet odur ki o diyarda o zamanlarda bir "seni" varmış. Bazen, kısaca "sen" derlermiş. "Seviyorum" hep "seni" ararmış. Bu arayış sürüp gidermiş.
Bir gün kavuşmuşlar birbirilerine. Ama arayış devam etmiş...
"Seni", "seviyorum"u ararmış.
Sonra da "seviyorum" "seni"...
İki kelimenin hikayesi bu.
Öznesi?
Biz.
Saat
Saati geri aldıysam evimde, sizin zamanızdan geriden geliyorum demektir; bana göre. Ama size göre saatim yanlıştır.
Şimdi saatimi ileri aldığımda, sizin zamanınıza gelmiş oluyorum. Ancak benim saatim yine yanlış olmuş oluyor. Her şekilde başka zamanda yaşıyorum. Saatim yanlış benim, bana saat sormayın.
10 Temmuz 2012 Salı
Yazan adamın kalemi
Şöyle başlıyor:
Adam önünde bir parşömene yazıyormuş. Şömine falan yok. Küçük bir oda. Çıplak duvarlar ve dolunaylı bir gece.
Ahım şahım bir olay değil. Bir kağıt, bir masa, bir sandalye ve bir kalem. Odada yazarın kendisinden ve bunlardan başka bi' şey yokmuş. Tabi pencereleri saymazsak.
Kağıda yazılanların neler olduğu hiçbir zaman bilinememiş.
Rivayet odur ki intihar notuymuş. Kağıttaki yazıları ayırt edememişler. Adamın nasıl bulunduğu da meçhul...
Asıl konuysa ne biliyor musun?
Adam sadece ölmüş...
Kalem mi? Kalemi bulabilen olmamış.
Bazen
Bazen nereye neyi yazacağımı bilemiyorum; yazmak isteğine de karşı duramıyorum. Neden sonra kitap ve film sonların veya esnasında oluyor.
Başka dünyaları izlemekten olsa gerek. Ne zaman izlesem, görsem, anlasam olur bu. Şu anda dizlerimi toplamış portatif masanın üzerinde bilgisayarım yazıyorum.
Burada mı olmak isterdim? Olmak istediğim yerde olabilir miydim? Bilmem ki... Düşünüyorum hep...
Yaz geldi sonunda... Bi' kaç işe de baktım. Ya kağıt engelleri var ya da şartlar uyuşmuyor. Şartını şurtunu bilmem ama profesyonel hayat diye bir şey varmış. Yaşım çok değil. Toy da sayılmam ama hala yeni şeyler görüyorum. Ne zaman anneme anlatsam bunları "bunlar daha bi' şey değil" diyor. Bunlar bi' şey değilse daha ne kadar "profesyonelce" olabilir ki?
Geçtim profesyonel hayatı. Geçemesem de işin orospusu olacağız sonunda. Allah'tan buraya yazmama kimse karışmıyor. Kaçış oluyor artık bu bana. Ne olmasını istiyorsam o. Haşa, tanrıcılık falan oynadığım yok. Bu şekilde yazmak kendi kendime düşünmemim en derli toplu yolu olmaya başladı. Önceden zihnimde toplayabliiyordum. Artık olmuyor. Bi' köşeden tutunca diğer köşeden patlıyor. Yamayla falan da olmuyor bu işler...
Pilli Bebek'ten Olsun dinliyorum. Olsun... Olsun demek o kadar zor değil hala benim için. Çocuk düşlerimi elimden alamayacaklar... Ama ben her an kaybedebilirim...
Aslında ne istiyorum biliyor musun?
Neyse,
Bazen.
Başka dünyaları izlemekten olsa gerek. Ne zaman izlesem, görsem, anlasam olur bu. Şu anda dizlerimi toplamış portatif masanın üzerinde bilgisayarım yazıyorum.
Burada mı olmak isterdim? Olmak istediğim yerde olabilir miydim? Bilmem ki... Düşünüyorum hep...
Yaz geldi sonunda... Bi' kaç işe de baktım. Ya kağıt engelleri var ya da şartlar uyuşmuyor. Şartını şurtunu bilmem ama profesyonel hayat diye bir şey varmış. Yaşım çok değil. Toy da sayılmam ama hala yeni şeyler görüyorum. Ne zaman anneme anlatsam bunları "bunlar daha bi' şey değil" diyor. Bunlar bi' şey değilse daha ne kadar "profesyonelce" olabilir ki?
Geçtim profesyonel hayatı. Geçemesem de işin orospusu olacağız sonunda. Allah'tan buraya yazmama kimse karışmıyor. Kaçış oluyor artık bu bana. Ne olmasını istiyorsam o. Haşa, tanrıcılık falan oynadığım yok. Bu şekilde yazmak kendi kendime düşünmemim en derli toplu yolu olmaya başladı. Önceden zihnimde toplayabliiyordum. Artık olmuyor. Bi' köşeden tutunca diğer köşeden patlıyor. Yamayla falan da olmuyor bu işler...
Pilli Bebek'ten Olsun dinliyorum. Olsun... Olsun demek o kadar zor değil hala benim için. Çocuk düşlerimi elimden alamayacaklar... Ama ben her an kaybedebilirim...
Aslında ne istiyorum biliyor musun?
Neyse,
Bazen.
1 Temmuz 2012 Pazar
Tatil
404 not found. O derece! Temmuz bir geldi işler bitmedi, bitmiyor... Arada kelimelerdendünya'yı kitapkritiği olarak değiştirdim. O... Kitap bile okumaya vakit yoktu. Bu yoğunlukta akademik anlamda en kötü dönemimi yaşadım. Kimsede suç bulamam. Biraz baba sözü ama; geçen nasıl geçiyor?..
Profesyonel yaşamda diğer insanlardan "sana ne" imiş bunu da söylediler... Sosyal sorumluluk bir profesyonel çalışma sistemi midir? Eğer öyle ise sosyal sorumluluk adı altında iş yapan tüm firmalar, holdingler reklamdan başka bir amaç gütmüyor olur. Demek ki öyle, "karizma" kurtarmak.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi de bu anlamda "reklam" yapıyormuş. Bunu da bir kere daha görmüş oldum.
Profesyonel yaşamda diğer insanlardan "sana ne" imiş bunu da söylediler... Sosyal sorumluluk bir profesyonel çalışma sistemi midir? Eğer öyle ise sosyal sorumluluk adı altında iş yapan tüm firmalar, holdingler reklamdan başka bir amaç gütmüyor olur. Demek ki öyle, "karizma" kurtarmak.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi de bu anlamda "reklam" yapıyormuş. Bunu da bir kere daha görmüş oldum.
2 Mayıs 2012 Çarşamba
Devlet Mahallesi
Bir ülke düşünün, her şeye evet desin. Ama aklınıza gelebilecek her şeye... Uluslararası her türlü anlaşmaya evet, halkın söylediği her şeye evet desin; olmaz ya, desin yine de.
Sordum bunu işin uzmanına: Çiko'ya. E haliyle "olmaz öyle şey" dedi. Haklı da... "Ya olursa" dedim.
"Nasıl olacakmış o? Ülke bi' yandan nükleere hayır diyecek, diğer yandan da ülkesine nükleer santral mi kuracak? Silahlanmayı öngören işlere evet diyip ordu mu kuracak?"
Olmaz ya, diyelim ki oldu böyle bir ülke, nasıl olurdu acaba? Akla gelebilecek her türlü çelişkili protokole, sözleşmeye; anlaşmaya, antlaşmaya evet diyen bir devlet. Halkı nasıl olurdu acaba? Uygulamanın zaten nasıl bir şaibe dolu olduğu malum. Uygulama olur muydu ki... Bu devleti nereye koyacaktık? Belli çizgisi olmayan, rüzgar nereye eserse oraya giden bir devlet. O anda neye evet derse onu yarım yamalak yapan bir devlet.
Bu devletler gözümde şöyleler aslında: bir mallahe dolusu çocuk! Bu çocukların bazıları hayvanları eziyet etmeyi seven, kedilerin kulakları çeken, köpeklerin kuyruğuna teneke bağlayan çocuklar. Bazıları içlerine kapanık, bir köşede ortalığı izleyen çocuklar. İçlerinden kim bilir ne geçiyor da yapmaya cesaretleri yetmiyor. Bazı çocuklarsa kavgacı, her oyunun mızıkçısı, herkese sataşmak için bahane arayan çocuklar. Kimileriyse parkın bir köşesini parsellemiş, üç beş çocuk. Aralarına başka kimseyi almayan, kendi aralarında oynayan bir anda birbirilerine girip bir anda barışan çocuklar. Kimi çocuklarsa annelerinin eteklerinden ayrılmayan, annesi tarafından zorla gönderilen çocuklar. Kimilerinin burnundan sümük eksik olmayan, bazılarının sesinin çok çıktığı, bir kaçının devamlı kavga çıkartığı ki bir taraf dayak atarken diğer tarafın dayak yediği; kimi çocuğun elinde abur cuburun eksik olmadığı, diğerlerine bakıttığı bir mahalle dolusu çocuk...
Ancak bu devletlerde bu çocukların saflığı yok! Hepsi hesaplı, hepsi programlı. Ama yine de böyleler. Bu mahallede mutlaka dedikoducu teyze de vardır, penceresinden dışarıyı seyredip devamlı çenesi çalışan teyze. Çocuklar eve gitmeden haberlerinin eve, bu teyze sayesinde ulaştığı bir mahalle. Bu devletler mahallesindeki çocukların çoğunun anne babası yok. Aile terbiyesinden mahrum.
Bu devletler gözümde şöyleler aslında: bir mallahe dolusu çocuk! Bu çocukların bazıları hayvanları eziyet etmeyi seven, kedilerin kulakları çeken, köpeklerin kuyruğuna teneke bağlayan çocuklar. Bazıları içlerine kapanık, bir köşede ortalığı izleyen çocuklar. İçlerinden kim bilir ne geçiyor da yapmaya cesaretleri yetmiyor. Bazı çocuklarsa kavgacı, her oyunun mızıkçısı, herkese sataşmak için bahane arayan çocuklar. Kimileriyse parkın bir köşesini parsellemiş, üç beş çocuk. Aralarına başka kimseyi almayan, kendi aralarında oynayan bir anda birbirilerine girip bir anda barışan çocuklar. Kimi çocuklarsa annelerinin eteklerinden ayrılmayan, annesi tarafından zorla gönderilen çocuklar. Kimilerinin burnundan sümük eksik olmayan, bazılarının sesinin çok çıktığı, bir kaçının devamlı kavga çıkartığı ki bir taraf dayak atarken diğer tarafın dayak yediği; kimi çocuğun elinde abur cuburun eksik olmadığı, diğerlerine bakıttığı bir mahalle dolusu çocuk...
Ancak bu devletlerde bu çocukların saflığı yok! Hepsi hesaplı, hepsi programlı. Ama yine de böyleler. Bu mahallede mutlaka dedikoducu teyze de vardır, penceresinden dışarıyı seyredip devamlı çenesi çalışan teyze. Çocuklar eve gitmeden haberlerinin eve, bu teyze sayesinde ulaştığı bir mahalle. Bu devletler mahallesindeki çocukların çoğunun anne babası yok. Aile terbiyesinden mahrum.
Kimi çocukların da anne babası var. Ama...(?) Çok az anne babalı bir mahallenin çocukları ailesi olan çocuğu dışlar. Çok olan normaldir çocuk için. Sadece çocuk için olsa keşke. Büyükler için de böyle. Hem de asırlardır. Çoksa normaldir.
Böyle bir mahallede, çocukların hükmettiği bir mahallede yaşıyoruz.
İşte bu çocuklar arasında vardır her şeyin suyuna, oluruna giden. İçindekileri kimse bilmez. Bu yüzdendir ki büyükler arasında böylelerine sanırım liboş diyorlar. Ne olduğu belirsiz anlamında galiba.
İşte bu çocuklar arasında vardır her şeyin suyuna, oluruna giden. İçindekileri kimse bilmez. Bu yüzdendir ki büyükler arasında böylelerine sanırım liboş diyorlar. Ne olduğu belirsiz anlamında galiba.
Bu çocuğa gel top oynayalım der, oynar. Gel şunu yapalım der, yapar. Uyum sağlamakta güçlük çekmez. Ama ironi budur ki uyum sağlamakta güçlük çeker. Taklit etme yeteneği çok iyidir. Ancak çocuğun kendi oyunları rağbet görmez.
Bu çocuklar da ikiye ayrılır. Topitop varsa işin ucunda her şeye evet diyenle, az önce anlattığı iyi taklit yeteneği olan evetçi. Bu iki çocuk birbirine benzer gibi görünse de, topitopçu çocuğun foyası yakın zamanda meydana çıkar. Onun bile bu hareketinde bir saflık vardır.Sevilmez belki o saflık. O zaman dışlanır. Dışlanırsa bu çocuklar genelde öfkelenir. Mızıkçılar kervanına katılır.
Bu çocuklar da ikiye ayrılır. Topitop varsa işin ucunda her şeye evet diyenle, az önce anlattığı iyi taklit yeteneği olan evetçi. Bu iki çocuk birbirine benzer gibi görünse de, topitopçu çocuğun foyası yakın zamanda meydana çıkar. Onun bile bu hareketinde bir saflık vardır.Sevilmez belki o saflık. O zaman dışlanır. Dışlanırsa bu çocuklar genelde öfkelenir. Mızıkçılar kervanına katılır.
Taklitçi dışlandığında kenardan izlemeye devam eder. İzler de izler. Suskundur. Büyüdüğünde de susar.Konuşsa deli delir. Kimileri de susmaz konuşur. Onu da sustururlar. Çocuklar büyüdükçe susturulurlar.
Mahallenin curcunası hiç eksik olmaz. Bahçesine devamlı top kaçan amcanın bıçağı da cabası. Devamlı "topunuzu keserim" der. Kesip kesmeyeceği meçhuldür. Kimi zaman duyup da çıkmaz belki evinden, kimi zaman da bıçağı meşini delip geçer. Artanını da vermez ki şapka yapıp eğlenmesinler.
İşte devletler mahallesininin çocukları. Çocuklar büyüyecek kimileri başka yerlere taşınacaklar kimileri mahallede olmaya devam edecekler. Gerçek dünyadaki devletlerde bu çocukların saflığı yok. Büyük insanlarda da yok. Hesapsız, kitapsız hareket etmekten korkan, "yaparsam ne olur" diye düşünen, fikri hür, vicdanı hür insanlar olamazlar. Kimi çocuklar saf değiştirip içindeki saflığı safi kötülükle doldurup top kesen çirkin amca olur. Kimileri de top kesmekle tehtit edip topu geri atan tonton amca.
Gerçek devletlerde tonton amca varsa ne mutlu... Gerçek dünyada saflık kalmamış. İnsanların inancı kalmamış ve hepsinin gözü aç. Bu açlık çocukken aburcubura doymayıp, kusuncaya kadar yiyip hasta olanlar. Her çocuk olmuştur. Çocukluğu öldürüp hastalığı baki kılınca işler değişiyor işte.
Gerçek devletlerde tonton amca varsa ne mutlu... Gerçek dünyada saflık kalmamış. İnsanların inancı kalmamış ve hepsinin gözü aç. Bu açlık çocukken aburcubura doymayıp, kusuncaya kadar yiyip hasta olanlar. Her çocuk olmuştur. Çocukluğu öldürüp hastalığı baki kılınca işler değişiyor işte.
Olmaz ya, diyelim ki oldu, her şeye evet diyen bir devlet... O da bir mahallede büyümüştür. Zamanı gelince o da büyüyecek ve o da çocuk yetiştirecek belki de çocuğunu bırakıp gidecek ve çocuğu bir başka devletler mahallesinde büyüyecek. Olmaz ya, diyelim ki oldu. Kuşaklar birbirini kovalayacak ve baki kalan hastalıklar olacak.
Olmaz ya, diyelim ki oldu...
28 Nisan 2012 Cumartesi
Kelebek
Bazı zamanlar vardır, bir şarkıyı tekrar tekrar dinlerim. Dinledikçe daha çok dinlerim. Dinlerken bir yandan da kitap okumak isterim. Ancak bu isteğime elime kalemi alıp yazmak da eklenir. O anda klavye sesini özlediğimi hissederim. Bunların hepsi olurken fincanımda tomurcuklu çayım soğur. Soğuması hüzünlendirir beni. Fincanımı yalnız bırakmak istememiştim ki!
Projem üzerinde çalışıyordum. Bira.Fm'de denk geldi. Uzun zamandır dinlememiştim. Bir, iki, üç derken, kaynak kitaplarımı, e-kitaplarımı, makalelerimi bir kenara bıraktım. Elim en yakın kaleme uzandı. Biraz parmaklarımda dolaştırdım. Kulaklığımı taktım. Şarkıyı daha yakınımda duymalıydım. Sesler kulaklığımda değil. İçimde. Şarkıyı değil Dünya'yı, bütün duyguları dinliyorum!
Baharın o tatlı akşamüstü serinliği pencereden içeri giriyor ve ben o havayla uzaklaşıyorum.
Fincanımdaki çay soğudu. Gözlerimi açtığımda, Çiko'nun resmettiği sahilde olmak istiyorum. Bulutlar turuncu olsun. Bir yaprak düşsün suyun üstüne. Yaprağın dalgası iki aşık balığı birbirine yaklaştırsın. Balıkları gören iki martı... Ufuktan sessizce geçen gemidekiler bu iki martının birbirlerine bakışını seyretsinler.
Pervanedeki akıntıya kapılan yosunlar birbirlerine sarılsınlar ve pervanelerin arasından geçip gitsin. Yosunları üzerinden alınan yengeç kumsala kadar gelsin. Eşini bulsun.
Suyun üstüne düşen yaprak havalansın. O küçük narin rüzgarda. İncitmeye kıyamaz o rüzgar... Akşamüstü turuncu bulut gibi...
Gözlerimi açtığımda, yanıma düşsün o yaprak o tabloda ve ben kalkıp iskeleden kalanlara gideyim.
Adayı terketmeyen iskele ayakları gibi...
O yeşil yaprak uçsun tekrar, elime konsun. Çiko'ya vereyim onu. Rüzgarın tüm kadifeliğini biriktirmiş o yaprak, etrafımızı sarsın. Kozamız olsun. Tırtıl misali... Geçsin zaman ve kelebek olalım. Rüzgarda uçalım...
You and me alone, sheer simplicity
Projem üzerinde çalışıyordum. Bira.Fm'de denk geldi. Uzun zamandır dinlememiştim. Bir, iki, üç derken, kaynak kitaplarımı, e-kitaplarımı, makalelerimi bir kenara bıraktım. Elim en yakın kaleme uzandı. Biraz parmaklarımda dolaştırdım. Kulaklığımı taktım. Şarkıyı daha yakınımda duymalıydım. Sesler kulaklığımda değil. İçimde. Şarkıyı değil Dünya'yı, bütün duyguları dinliyorum!
Baharın o tatlı akşamüstü serinliği pencereden içeri giriyor ve ben o havayla uzaklaşıyorum.
Fincanımdaki çay soğudu. Gözlerimi açtığımda, Çiko'nun resmettiği sahilde olmak istiyorum. Bulutlar turuncu olsun. Bir yaprak düşsün suyun üstüne. Yaprağın dalgası iki aşık balığı birbirine yaklaştırsın. Balıkları gören iki martı... Ufuktan sessizce geçen gemidekiler bu iki martının birbirlerine bakışını seyretsinler.
Pervanedeki akıntıya kapılan yosunlar birbirlerine sarılsınlar ve pervanelerin arasından geçip gitsin. Yosunları üzerinden alınan yengeç kumsala kadar gelsin. Eşini bulsun.
Suyun üstüne düşen yaprak havalansın. O küçük narin rüzgarda. İncitmeye kıyamaz o rüzgar... Akşamüstü turuncu bulut gibi...
Gözlerimi açtığımda, yanıma düşsün o yaprak o tabloda ve ben kalkıp iskeleden kalanlara gideyim.
Adayı terketmeyen iskele ayakları gibi...
O yeşil yaprak uçsun tekrar, elime konsun. Çiko'ya vereyim onu. Rüzgarın tüm kadifeliğini biriktirmiş o yaprak, etrafımızı sarsın. Kozamız olsun. Tırtıl misali... Geçsin zaman ve kelebek olalım. Rüzgarda uçalım...
You and me alone, sheer simplicity
25 Nisan 2012 Çarşamba
Atomize Tozlarda Hızlı Katılaşma
İnternette gezinirken gözüme bir makale takıldı. İşin tuhafı nasıl gözümden kaçmış onu bilmiyorum. Metaldünyası.com.tr 'de okudum bu makaleyi.
Rıdvan Hocamız, Erdem Hocamız ve Muzaffer Hocamız'ın çalışması ve makalesi.
Buyrun buradan okuyun: http://metaldunyasi.com.tr/haber/detay/484
Deneyi Al-SiC ve Ti6Al4V alaşımı tozu kullanarak gerçekleştirip karşılaştırmalı sonuç elde etmişler.
Rıdvan Hocamız, Erdem Hocamız ve Muzaffer Hocamız'ın çalışması ve makalesi.
Buyrun buradan okuyun: http://metaldunyasi.com.tr/haber/detay/484
Deneyi Al-SiC ve Ti6Al4V alaşımı tozu kullanarak gerçekleştirip karşılaştırmalı sonuç elde etmişler.
20 Nisan 2012 Cuma
Sınava Gidiyorum
Evden çıkmama yarım saat kadar var. Ben bu yarım saatte bir konu daha bitiririm ama onun yerine oturdum The Piano Guys dinledim, izledim, eğlendim.
Harry Potter Prologue'suna takıldım. Çok da güzel çalmış!
Ben bunu dinleye dinleyeye gider sınavıma girerim. Harry Potter'ı da hala severim.
Harry Potter Prologue'suna takıldım. Çok da güzel çalmış!
14 Nisan 2012 Cumartesi
Acayip Hikayeler
Malum vize dönemi. Çalış çalış, bi' yerden sonra beden kabullenmiyor. 14 Nisan 00:15'te ders çalışmakla meşgul olduğumdan diziyi internetten izlemek peşindeydim. Bugün de internetten izlemek için linkini ayırdım. Gün sonuna ödül olarak da onu koydum.
Ödül oldu mu? Olmaz olur mu! Uzun zamandır Türkiye'de bu kadar güzel dizi izlememiştim. Felsefi kısmını deşmeye çok vaktim yok ama çok güzel olmuş. Hem de kısa! Korkum oydu, dizi-film çekmelerini istemiyordum çekmemişler de!
E acayiphikayeler.com'daki sayacı da takip etmeye başladım bile.
Ödül oldu mu? Olmaz olur mu! Uzun zamandır Türkiye'de bu kadar güzel dizi izlememiştim. Felsefi kısmını deşmeye çok vaktim yok ama çok güzel olmuş. Hem de kısa! Korkum oydu, dizi-film çekmelerini istemiyordum çekmemişler de!
E acayiphikayeler.com'daki sayacı da takip etmeye başladım bile.
12 Nisan 2012 Perşembe
Yandakinin Elindeki Okumak
Yeri gelir okurum. Tatlıdır çünkü. Eğlencelidir. Tüm gazeteyi yandakinden okumuşluğum olmadı hiç. Ki zaten dolmuşlarda falan elimde kitabım vardır. Elimdekini yandan okurlar. Göz ucuyla onları izlemek de çok eğlencelidir.
Bazıları "ne okuyor bu terbiyesiz ne biçim kitaplar falan" diyormuş gibi hissederim. Halbuki elimde pornografik de bi' şey yoktur. Ki kimine göre de pornografi ayıp değildir. Neyse başka bir polemik açmayacağım. Kimilerinin merakını iyice celbeder elimdeki kitap. Benle beraber sayfaları okuduklarına şahit oldum. Hoşuma da gidiyor. Okumuyor dediğimiz halkımız aslında bi' şekilde okuyor da gidip alıp okumak işine gelmiyor ya da pahalı geliyor.
Göz ucuyla seyrederim elimdekini okuyanları. Bazen kafamı kaldırır etrafa bakınıyormuş gibi yaparım. Ama gözüm yandakindedir. Yandaki de benimle beraber hemencecik kafasını kaldırır başka yöne bakar. Bakınır... Utanır belki yaptığından ya da muhatap olmak istemez. Bunu anlamam işte...
Ece Temelkuran'ın Meral Okay için yazdığı yazıyı okudum. Buradan yazıya ulaşabilirsiniz.
Sevmediklerimizin listesi uzadıkça uzuyor...
Neden sokaktaki adamı sevmiyorum? Çünkü saygısız geliyor? Ben çok mu elitim? Pek tabi ki hayır! Kızgınız artık. Bi' şeylere kızdıkça kızıyoruz. Büyüklerimizin de küçüklere sabrı kalmadı. Nerede o eski bayramlar diyen büyüklere, nerede o eski sabırlı tonton büyükler demek geliyor içimden.
Dolmuşta sırf oturuyorum diye bana söylenen adama neden yer vermek isteyeyim? O da dolmuşa parayla biniyor ben de... Tatlı dili unutuyoruz. Büyükler öğretirdi tatlı dili, onların dili daha zehirli oldu. Suç sadece büyüklerin mi?
Sevmiyoruz birbirimizi. Patlayacak yer arıyor ufacık bir şeyde giriveriyoruz birbirimize. Ben farklı değilim ki...
Topluca tatile ihtiyaç var sanırım ya da uzaklaşmaya. Çünkü biliyorum, yarın sokağa çıktığımda yine bir psikolojik savaş vereceğim. Çünkü sınıflandık ve sanırım benim sınıfım istenmeyen bir sınıf...
Bugün dolmuştaki liseli elimdeki kitabın sayfalarını benle beraber okudu. İlgilisini çok çekti anladığım. Bir ara camdan dışarı bakarken kafasını eğmiş kitabın adını okumaya çalışıyordu. Çeviriverdim kapağını. Gördü adını. Umarım bi' şekilde edinir; evinde de okur. Ama sormadı bana. Adı ne bu kitabın demedi. Düşündüm. Ben sorar mıydım diye? Sormazdım...
Ece Temelkuran'ın aynı yazısından alıntılayacağım yine:
Bazıları "ne okuyor bu terbiyesiz ne biçim kitaplar falan" diyormuş gibi hissederim. Halbuki elimde pornografik de bi' şey yoktur. Ki kimine göre de pornografi ayıp değildir. Neyse başka bir polemik açmayacağım. Kimilerinin merakını iyice celbeder elimdeki kitap. Benle beraber sayfaları okuduklarına şahit oldum. Hoşuma da gidiyor. Okumuyor dediğimiz halkımız aslında bi' şekilde okuyor da gidip alıp okumak işine gelmiyor ya da pahalı geliyor.
Göz ucuyla seyrederim elimdekini okuyanları. Bazen kafamı kaldırır etrafa bakınıyormuş gibi yaparım. Ama gözüm yandakindedir. Yandaki de benimle beraber hemencecik kafasını kaldırır başka yöne bakar. Bakınır... Utanır belki yaptığından ya da muhatap olmak istemez. Bunu anlamam işte...
Ece Temelkuran'ın Meral Okay için yazdığı yazıyı okudum. Buradan yazıya ulaşabilirsiniz.
" 'Bir şey oldu bu memlekete. Kimse kimseyi sevmez oldu' dedi."diye aktarır Meral Okay'ın yazdığını. Konuşmuyoruz artık. Sevmiyoruz çünkü birbirimizi. Kimileri elindekini okutmaktan hoşlanmıyor. O da bi' tercihtir. Kimileriyse çok konuşkanları sevmiyor. Sevmiyoruz artık. Sevdiklerimiz çok azalmış. O sebeple insanlar birbirlerine "neyi seviyorsun" diye soruyor. Liste kısa çünkü...
Sevmediklerimizin listesi uzadıkça uzuyor...
Neden sokaktaki adamı sevmiyorum? Çünkü saygısız geliyor? Ben çok mu elitim? Pek tabi ki hayır! Kızgınız artık. Bi' şeylere kızdıkça kızıyoruz. Büyüklerimizin de küçüklere sabrı kalmadı. Nerede o eski bayramlar diyen büyüklere, nerede o eski sabırlı tonton büyükler demek geliyor içimden.
Dolmuşta sırf oturuyorum diye bana söylenen adama neden yer vermek isteyeyim? O da dolmuşa parayla biniyor ben de... Tatlı dili unutuyoruz. Büyükler öğretirdi tatlı dili, onların dili daha zehirli oldu. Suç sadece büyüklerin mi?
Sevmiyoruz birbirimizi. Patlayacak yer arıyor ufacık bir şeyde giriveriyoruz birbirimize. Ben farklı değilim ki...
Topluca tatile ihtiyaç var sanırım ya da uzaklaşmaya. Çünkü biliyorum, yarın sokağa çıktığımda yine bir psikolojik savaş vereceğim. Çünkü sınıflandık ve sanırım benim sınıfım istenmeyen bir sınıf...
Bugün dolmuştaki liseli elimdeki kitabın sayfalarını benle beraber okudu. İlgilisini çok çekti anladığım. Bir ara camdan dışarı bakarken kafasını eğmiş kitabın adını okumaya çalışıyordu. Çeviriverdim kapağını. Gördü adını. Umarım bi' şekilde edinir; evinde de okur. Ama sormadı bana. Adı ne bu kitabın demedi. Düşündüm. Ben sorar mıydım diye? Sormazdım...
Ece Temelkuran'ın aynı yazısından alıntılayacağım yine:
"Bu kanserin bu memleketle ilgisi var. Bu aşkın olduğu kadar..."
Etiketler:
Ece Temelkuran,
Kitap,
Meral Okay,
Sevgi,
Toplum
3 Nisan 2012 Salı
Avatar : Legend Of Korra
Avatar : The Last Airbender'dan sonra geldi. Çok önceleri duyrulmuştu, merakla bekliyorduk. Arada aklımızdan falan çıktı. Aklımıza düştükçe de acabaları hiç eksik olmuyordu. Aang'ten sonra Korra'yı sevecek miydik, Aang'e ihanet duygusuna bile kapıldığımız zamanlar olmuştur. Ancak Korra, Aang'in bir hazinesi ne de olsa ve Aang kadar da eğlenceli. Aang'in oğlu Tenzin Korra'ya havabükücülük öğretiyor. İşte böyle başladı. Tenzin'in çocukları da ayrıca eğlenceli.
Aang şavaştan sonra Cumhuriyet Şehri'ni kurmuş. Barışın, dengenin ve huzurun simgesi. Korra hava bükücülük eğitimini burada alıyor. Ayrıca şehir hayatı da çok güzel anlatılıyor. İşte ilk iki bölümden çıkardıklarımız şimdilik bunlar. Sevdim mi? Evet sevdim. Hem de fazlasıyla. Gözlerim Aang'i arıyor mu? Evet arıyor. Tenzin'e baktıkça Aang'i görüyor muyuz? Evet. Velhasıl Aang de Korra'ya görünecektir. O bölümleri de merakla bekliyorum.
Hadi bakalım; Cumhuriyet Şehri'nde bir Avatar.
Bu da resmi sitesi:
http://www.nick.com/shows/legend-of-korra/about?navid=showNav
Aang şavaştan sonra Cumhuriyet Şehri'ni kurmuş. Barışın, dengenin ve huzurun simgesi. Korra hava bükücülük eğitimini burada alıyor. Ayrıca şehir hayatı da çok güzel anlatılıyor. İşte ilk iki bölümden çıkardıklarımız şimdilik bunlar. Sevdim mi? Evet sevdim. Hem de fazlasıyla. Gözlerim Aang'i arıyor mu? Evet arıyor. Tenzin'e baktıkça Aang'i görüyor muyuz? Evet. Velhasıl Aang de Korra'ya görünecektir. O bölümleri de merakla bekliyorum.
Hadi bakalım; Cumhuriyet Şehri'nde bir Avatar.
Bu da resmi sitesi:
http://www.nick.com/shows/legend-of-korra/about?navid=showNav
24 Mart 2012 Cumartesi
Açlık Oyunları
Gittim izledim geldim. Beklediğim gibi miydi? Hem evet, hem de hayır. Kesintiler her zamanki gibi vardı. Ancak daha önceki deneyimlerden olsa gerek en aza indirgemeye çalışmışlar. Buna rağmen, sanırım yönetmen kendi imzasını da koymak için- eklemeler de vardı ki bazı eklemeler, benim için, gereksizdi. Ancak merak edilen tüm detayları da görselleştirmeye de çalışmışlar. Buna müteşekkir kaldım. Elbiseler de ayrı bir meraktı benim için ki onları da gayet güzel yansıtmışlar. Ancak Başkan Snow'un film içinde oyun kuruculardan birisiyle birebir konuşmaları var ki sanırım bunu da kitabı okumamış olan insanlara bazı Açlık Oyunları ve Capitol'ün tutumu ile ilgili fikirleri vermek istemişler. Rue'nun ölümü üzerinde de gayet çalışılmış ama Rue'nun mıntakısından gelen ekmek sahnesi çıkartılmış. Bu sahnenin yerine mıntıkada isyan olayları gösterilmiş.
Genel anlamda kesintilerden uzak durulmuş.Bu yüzden de iki buçuk saatlik bir film ortaya koymuşlar. İkinci kitabı okuyan Çiko'nun da uyarısıyla -ki ben daha okumadım- Katniss'in Oyun Kurucularla birebir mülakatındaki tutumuyla ilgili bir durum vardı. İkinci kitap bu tutum üzerine işlenmiş. Ancak ilk filmde bu çıkartılmış. Önemli bir ayrıntı eksiltilmiş. Sanırım ikinci filmde flash-back ile bu tamamlanacak.
Gel gelelim kitap uyarlamalarından aşina olduğumuz bir eksiklik var. Yemek yerken de olur ya hani, bir şeyi eksiktir ama neyi olduğunu bilmeyiz... Tuz atarız olmaz, baharat ekleriz olmaz..İşte bu da o gibi. Evet, memnun bırakıyor. Ancak yine de kitabın yerini tutmuyor.
Kişi seçimi de gayet başarılı olmuş. Hayalinizde canlanan tiplere uyuyor. Ancak kiloları, anlatılandan daha yerinde. O kadar insanı zayıflatmak zor olsa gerek diye düşündüm.
Ayrıca dikkatimi çeken bir husus daha var ki, mekanların fotoğrafik gösterimi. Capitol'de Eğitim Binası'ndaki odalarına geldiklerinde odalar kare kare gösteriliyor ki bu tür kitaplarda, mekan betimlemeleri ilgi uyandıracak derecede olduğundan, uyarlamada da bunları görmek istiyoruz. Bunun için yönetmen Gary Ross bunun üstünde de durmuş.
74. Açlık Oyunları başlasın!
Genel anlamda kesintilerden uzak durulmuş.Bu yüzden de iki buçuk saatlik bir film ortaya koymuşlar. İkinci kitabı okuyan Çiko'nun da uyarısıyla -ki ben daha okumadım- Katniss'in Oyun Kurucularla birebir mülakatındaki tutumuyla ilgili bir durum vardı. İkinci kitap bu tutum üzerine işlenmiş. Ancak ilk filmde bu çıkartılmış. Önemli bir ayrıntı eksiltilmiş. Sanırım ikinci filmde flash-back ile bu tamamlanacak.
Gel gelelim kitap uyarlamalarından aşina olduğumuz bir eksiklik var. Yemek yerken de olur ya hani, bir şeyi eksiktir ama neyi olduğunu bilmeyiz... Tuz atarız olmaz, baharat ekleriz olmaz..İşte bu da o gibi. Evet, memnun bırakıyor. Ancak yine de kitabın yerini tutmuyor.
Kişi seçimi de gayet başarılı olmuş. Hayalinizde canlanan tiplere uyuyor. Ancak kiloları, anlatılandan daha yerinde. O kadar insanı zayıflatmak zor olsa gerek diye düşündüm.
Ayrıca dikkatimi çeken bir husus daha var ki, mekanların fotoğrafik gösterimi. Capitol'de Eğitim Binası'ndaki odalarına geldiklerinde odalar kare kare gösteriliyor ki bu tür kitaplarda, mekan betimlemeleri ilgi uyandıracak derecede olduğundan, uyarlamada da bunları görmek istiyoruz. Bunun için yönetmen Gary Ross bunun üstünde de durmuş.
74. Açlık Oyunları başlasın!
23 Mart 2012 Cuma
Mikroalaşımlı Çelikler
Aldık bakalım proje konumuzu da. Araştırmalara da başladık. İlk kitabımı ayırttım bile. William F. Smith'in Mühendislik Alaşımlarının Yapı ve Özellikleri.
Bi' kaç tane de tez buldum. Ancak tekrar kütüphaneye uğramalıyım. Proje araştırmalarımda library.nu'yu bolca kullanırdım. Bir zamanların Gigapedia'sıydı. Kapatmışlar... Üzülmemek elde değil. Tam bir akademik sanal kütüphaneydi!
Bu güzel cuma gününde araştırmalarıma devam edip yazabilmemin haklı keyfini yaşıyorum. Keşke bilgiyi özgür bıraksalar...
Bi' kaç tane de tez buldum. Ancak tekrar kütüphaneye uğramalıyım. Proje araştırmalarımda library.nu'yu bolca kullanırdım. Bir zamanların Gigapedia'sıydı. Kapatmışlar... Üzülmemek elde değil. Tam bir akademik sanal kütüphaneydi!
Bu güzel cuma gününde araştırmalarıma devam edip yazabilmemin haklı keyfini yaşıyorum. Keşke bilgiyi özgür bıraksalar...
22 Mart 2012 Perşembe
Teflon! Vay Arkadaş!
Ne yoğun haftaydı ama! Derslerden vakit buldukça kitap okudum. Kitap demişken Kelimelerden Dünya blogum baya baya sevilmeye başlandı. Sevilmesi elbette önemli ancak çevremdekiler için bir ortak nokta oluşturup bana kitap teklifleriyle gelmeleri beni çok sevindiriyor.
-Bak böyle de bir kitap var; bilmem hoşuna gider mi... Bi' oku derim.
Ne güzel öneriler bunlar! Bu tekliflerle ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Okuma masında da okuyacağım kitapların sayısında artış var. Bir zamanlar Kitaplık'ım için kitap sponsoru arıyordum. Çevremdekilerden daha iyi sponsor bulamayacağımı keşfettim.Sponsorluk konusunda bir şirketle anlaşmış olsaydım, gönderecekleri kitaplarda ister istemez ticari kaygılarını da göndereceklerdi. Oysa çevremdekiler sadece sevdikleri için, o kitapta bir şeyler buldukları için bana kitap öneriyorlar. Bunun ne kadar güzel bir duygu olduğumu tahmin edersiniz.
Gelelim Metalurjist kimliğime. Bahardan mıdır nedir dersler renklendi. Zaten ilginç olan derslerde bir renklenme, bir çiçeklenme belirtileri var. Polimerler, Seramikler... Döküm...
Haftasonuna da % 0.3 C alaşımsız sac çelik numunesine rekristalizasyon tavlaması uygulayıp girdik. Yoğundu, Azizim, hafta yoğundu. Rekristalizasyonu da kısaca açıklayayım bak:
Soğuk şekillendirilmiş bir metali belirli bir sıcaklıkta belirli bir süre bekletirseniz mikroyapıda yeniden düzenlenme, yeniden kristallenme görülür. İşte bu işleme de rekristalizasyon tavı denir. Fiziksel Metalurji dersinde haftalarımızı verdiğimiz bu olayı iki cümleyle açıklamak ayıp mı oldu ki? Kısanın kısası bu ama.
İşte böyleyken böyle. Bi' de zamlı ulaşıma alışmaya çalışıyoruz ya, neyse...
Gel gelelim bu yaşıma kadar Teflon'un bir çeşit kompozit falan olduğunu düşünüyordum ki haklıymışım. Ancak ben bu kompoziti metal esaslı düşünürdüm. Meğersem polimermiş! Bir yaşıma daha girdim, tercih ettiğim bölümün ne kadar doğru olduğunu bir kere daha anladım. Linkini verdiğim ticari bir firmanın sitesinden de kendi ürettikleri teflonun özelliklerine göz gezdirebilirsiniz:
http://www.dogusplastiksanayi.com/index.php?pg=teflon
Kapanışı da B.B King yapsın:
-Bak böyle de bir kitap var; bilmem hoşuna gider mi... Bi' oku derim.
Ne güzel öneriler bunlar! Bu tekliflerle ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Okuma masında da okuyacağım kitapların sayısında artış var. Bir zamanlar Kitaplık'ım için kitap sponsoru arıyordum. Çevremdekilerden daha iyi sponsor bulamayacağımı keşfettim.Sponsorluk konusunda bir şirketle anlaşmış olsaydım, gönderecekleri kitaplarda ister istemez ticari kaygılarını da göndereceklerdi. Oysa çevremdekiler sadece sevdikleri için, o kitapta bir şeyler buldukları için bana kitap öneriyorlar. Bunun ne kadar güzel bir duygu olduğumu tahmin edersiniz.
Gelelim Metalurjist kimliğime. Bahardan mıdır nedir dersler renklendi. Zaten ilginç olan derslerde bir renklenme, bir çiçeklenme belirtileri var. Polimerler, Seramikler... Döküm...
Haftasonuna da % 0.3 C alaşımsız sac çelik numunesine rekristalizasyon tavlaması uygulayıp girdik. Yoğundu, Azizim, hafta yoğundu. Rekristalizasyonu da kısaca açıklayayım bak:
Soğuk şekillendirilmiş bir metali belirli bir sıcaklıkta belirli bir süre bekletirseniz mikroyapıda yeniden düzenlenme, yeniden kristallenme görülür. İşte bu işleme de rekristalizasyon tavı denir. Fiziksel Metalurji dersinde haftalarımızı verdiğimiz bu olayı iki cümleyle açıklamak ayıp mı oldu ki? Kısanın kısası bu ama.
İşte böyleyken böyle. Bi' de zamlı ulaşıma alışmaya çalışıyoruz ya, neyse...
Gel gelelim bu yaşıma kadar Teflon'un bir çeşit kompozit falan olduğunu düşünüyordum ki haklıymışım. Ancak ben bu kompoziti metal esaslı düşünürdüm. Meğersem polimermiş! Bir yaşıma daha girdim, tercih ettiğim bölümün ne kadar doğru olduğunu bir kere daha anladım. Linkini verdiğim ticari bir firmanın sitesinden de kendi ürettikleri teflonun özelliklerine göz gezdirebilirsiniz:
http://www.dogusplastiksanayi.com/index.php?pg=teflon
Kapanışı da B.B King yapsın:
18 Mart 2012 Pazar
Metalurji
Bugün bölümden arkadaşlarla muhabbet ederken böyle bir cümle sarf edildi. Benimde ışığım yandı tabi. İlgi alanlarım üzerine blog açarken akademik alanımla ilgili herhangi bir paylaşımda bulunmadığımı farkettim. Hem alandaşlarım için hem de metalurji ve malzeme bilimine meraklı insanlar için, hem de kendim için bir günlük oldu bu. Hatta tüm ilgi alanlarımı da buraya toplamayı düşünüyorum.
Gelgelelim ben bunları düşünürken hala meteorolojiyle metalurjinin farkını açıklamakla uğraşıyoruz. Meslektaşlarım bunun zorluğunu bilir. Hele ki meteoroloji ile alakamız olmadığını anlatabilmenin haklı gururunu yaşarken o dehşet verici soru gelir:
Meteoroloji alanında çalışmıyoruz. Bu soruyu ilk duyduğumda şaka yapılıyor sanmıştım ama...
"Siz ne iş yapıyorsunuz?"Al bi' daha baştan. Buradan açıklıyorum. Metalurji, kısaca metal bilimidir. Metallerin inciğini cinciğini, nerede nasıl davrandığını, içinde ne olduğunu, dışında ne olduğunu, nelerin metalleri nasıl etkilediğini, mikroyapılarını, makroyapılarını, kırılmalarını, kopmalarını, elektriksel, mekaniksel özelliklerini inceler. Benden istenen şey de biraz komiktir aslında, ben senelerimi bu işe harcarken bir cümleyle ne iş yaptığımı özetlemem zordur. Ayrıca mühendisliğimizin adı metalurji ve malzeme mühendisliği. Bu da demektir ki sadece metallerle uğraşmıyoruz. Diğer malzeme türleri de alanımız kapsamındadır.
"E ne yapıyorsunuz yani?"İşte az önceki açıklamaya karşılık bu soruyla karşılaşanlar bile var... O yüzden ne her metalurji ve malzeme mühendisi öğrencilik yıllarında bu tip sorularla karşılaşa karşılaşa kendi cevaplarını oluşturmuştur:
"E ağabey, işte demir-çelik üretiminde, alüminyum falan üretiminde yer alıyoruz. Yeri geliyor kalite kontrolünü yapıyoruz."Bunlar bazen insanlara şaka gibi geliyor ama bunlarla gerçekten karşılaşıyoruz.
Meteoroloji alanında çalışmıyoruz. Bu soruyu ilk duyduğumda şaka yapılıyor sanmıştım ama...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)