27 Kasım 2013 Çarşamba

Derin Karanlık (Pitch Black)

David Twohy yönetmenliğinde 2000 yılı yapımlı bilim-kurgu uzay filmi. 40 yolculu bir uzay mekiği rotasında ilerlerken meteor yağmuruna tutulurlar ve 3 güneşli bir gezegene düşerler. Su keşfi esnasında terk edilmiş bir yerleşim bölgesiyle karşılaşırlar. Burada, bulundukları sistemin bir maketini görürler. Araştırma merkezi olduğunu anladıkları yerleşim yerinde numune tarihlerinin 22 sene öncesine ait olduğunu anlarlar. Maket üzerinde 22 senede bir güneş tutulması olduğunu anladıklarında, gezegenin tamamen karanlığa gömüleceğini fark ederler. Gezegenin yeraltında yaşayan yarasamsı uzaylı hayvanlar ile zifiri karanlıkta bir savaş başlar. 
Vin Diesel dışında bu film izlenir miydi? Öyküsüne kapılıp belki izlenir. Vakit geçirmek için, belki aksiyon için izlenir. Onun dışında kurguda temele oturmamış o kadar çok şey bir arada kullanılmış ki artık rastlantıların akışına kendinizi bırakmaktan başka bir çareniz yok. Aksiyonu dışında izlettirecek pek bir şeyi de yok. Bilim-kurgudan ziyade bir aksiyon filmi olmuş. Gezegenlerin dib dibe olması ve kütlesel çekimin durumu, güneşlerin atmosfere etkisi bunun yanı sıra oksijen durumu (neyse ki filmin bir esnasında bir yerlerde oksijen miktarı -sanırım düşen mekik sayesinde- bi' konuşuldu) dayanaksız. Bunun dışında 22 sene (Dünya yılı) boyunca yeraltında yaşayan bu yarasa canavarların neyle beslendiği, ekolojik dengenin nasıl bir dengesizlikte olduğu gibi bir çok soru havada. Bunun yanı sıra, tutulma ensasında, bulundukları gezegene en yakın gezegenin güneşlerin önüne geliş hızını referans noktası alırsak ve araya giren gezegen büyüklüğünü de düşülen gezegen büyüklüğü ile aynı farzedersek çok da uzun bir gece olmaması gerekiyor. Bu gibi bir çok etmen bulunmaktadır. 
Yarasa canavarlar ışıkta ölüyorlar ancak bizim hayatta kalanlarımız uzay gemiğinde yakacak hiçbir şey bulamıyor olsalar gerek ki, büyük bir ateş yakmaktan acizler. Bunun yerine ellerindeki ateş kaynaklarını el feneri niyetine kullanıyorlar. 
Film, aksiyonu için ve de Vin Diesel için belki izlenir. Vin Diesel filmde Richard Riddick rolünü canlandırıyor ve bu karakterin geçmişi bir gizem teşkil ediyor. Bununla birlikte gözleri zifiri karanlıkta rahatlıkla görüyor. Hapse falan girmiş, o zaman yaptırmış galiba. 
Ancak David Twohy, bu Riddick karakteri üzerinden birkaç iş daha yapmak istemiş. 2004 yılında The Chronicles of Riddick'te senarist olarak karşımıza çıkıyor. Daha sonra 2004 yılında bir kısa filmle Riddick devam ediyor. 2013 yılında bir kısa filmden sonra bir Riddick filmi daha mevcut. Bu Riddickleri de filmi izledikten sonra öğrenmiş oldum. Madem -farkında olmadan- başladık bir seriye devam ederim belki.
Seri için pek de iç acıcı olmayan bir başlangıç. 
Son.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Şike


Robert Redford'un yönetmenliğinde 1994 yapımı, orijinal adı Quiz Show olan filmdir. 1950'li yıllarda geçen film, televizyon dünyasını anlatan büyük bir yapımdır. NBC televizyonunda yaşanan gerçek bir skandalı konu edinmiştir. Yirmibir adlı bilgi yarışmasında yapımcı; efsaneleşmiş bir yarışmacının kaybetmesini istemektedir. Bu yarışmacının, yarışmayı dava etmesiyle başlayan olaylar zinciri televizyona bakışı değiştirecek niteletiktedir.

Televizyon ve "show"ları üzerine çok güzel bir eleştire mahiyetinde olup gerçeği kabullenişi de o kadar gururludur! İşin tuhaf yanı bu kadar büyük bir skandalın yaşandığı kanal NBC yayın hayatına hala devam etmektedir!

Sponsor-kanal-yapımcı-izleyici ağının mükemmel işlendiği filmde "yarışmacının" konumunu da bir o kadar net bir şekilde gözler önüne serilmektedir! 

Yıllar geçtikte bu filmin değeri daha da artmaktadır, tadı daha da belirginleşmektedir! Zira yıllar geçtikte bir belgesel niteliğinde ve büyük bir kaynağa dönüşecektir! Film 50'lili yılları konu alan '94 yapımı olduğunu yukarıda belirtmiştim ve 2013'teki -yani günümüzdeki- sistemin çok da değişmediğini görmek vahimdir! Bu noktada yanlış anlaışma olmasın, yarışmalarda şike yapıldığını kastetmiyorum. Kastettiğim, sponsorların ve kanalların, izleyici üzerindeki etkisidir! 

Dick Goodwin, televizyonu değiştirebilseydi belki şu anda çok başka bir dünya olacaktı...

Dick Goodwin: I thought we were gonna get television. The truth is... television is gonna get us.
(Televizyonu değiştirebileceğimizi düşünmüştüm. Gerçek şu ki televizyon bizi değiştirdi.)
Burada televizyonu mekanik kutudan ziyade "televizyon" olarak düşünmek gerek!

Afişte kullanılan cümle de çok manidardır:
(Fifty milliyon people watched but no one saw a thing. [Elli milyon insan izledi, hiç kimse bir şey(i) görmedi.] )
Şarap gibi bir film!

Son.

24 Kasım 2013 Pazar

Ateşi Yakalamak ( Açlık Oyunları 2)

Cuma günü vizyona giren; Suzanne Collins'in aynı isimli kitabından uyarlanan film! 
Filme dönecek olursak yine mükemmel bir görsellik sunuyor! Açlık Oyunları severlerın merakla beklediği filmdi ve beklenene değdi! Son sahneden sonra bitiş benim için mükemmeldi! 
Bunun yanı sıra kitaplarını okurken ve ilk filmi seyrederken o mücadele ruhu, o direniş ruhunu tekrar hissetmek mükemmel oldu! Uyarlama bir film olduğu kitapseverlerin ilk dikkat ettiği şey, filmin kitaba yakınlığıdır. Francis Lawrence yine çok başarılı bir şekilde öyküyü beyazberdeye aktarmış. Ancak dikkatimi çeken unsur öpüşme sayısı oldu. Buraya dikkat kesilmem ise Katniss'in konu üzerine tutumunu düşünmüş olmam. Aklımda kendini çok daha fazla geriye çeken bir Katniss kalmıştı. Diğer yandan Suzanne Collins'in aktardığı, Katniss'in iççatışmalarını Lawrence ancak bu şekilde yansıtabilirdi ve bunu da gayet iyi kullanarak, sadece filmi izleyenler için Katniss'in Peeta'yı mı yoksa Gale'i mi seçecek sorusunu sordurtmayı başardığına inanıyorum.
İlk filmden alışık olduğumuz Capitol'ün ve mıntıkaların mükemmel uyarlamasını tekrar izlemek çok çok güzel oldu! Özlemiştik! Şimdi ise geriye Mıntıka 13'ün canlandırılması kaldı ki bunu daha da çok merak ediyoruz!

Kitaptaki Cinna'nın elbiselerle ilgili başarısını görsel olarak bir kere daha izlemek olağanüstüydü ve tek kelimeyle mükemmeldi! 
75. Açlık Oyunları'nın eski oyun galipleri havuzundan seçileceğini okuduğumdaki o öfkeyi izlerken de hissettim! 
Arenadaki oyuna ve görsel şölene değinmedim bile daha. Arenayı kitaptakiyle birebir izlemek -çünkü hatıralarımdaki arenayla aynıydı- ise ayrı bir zevkti. Oyunun heyacanını ve Capitol'e karşı öfkeyi duyumsamamak mümkün değil!  
Çoğu sahnede tüylerim diken diken oldu. Katniss'in ilk filmdeki selamının bir simgeye dönüşmesine, Alaycı Kuş'un bir sembole dönüşmesini görmek mükemmeldi! 
Bir karakter daha var ki değinmeden geçemeyeceğim; galipler turu esnasında Rue'nun mıntıkasında -Mıntıka 11- yaşlı adam! Kitabı okumamışlar için daha fazla "spoiler" vermemek adına bu karakteri anlatamayacağım. Ancak benim gözümde mükemmel bir sahnedir! Ayrıca Katniss'in oyun kuruculara, on dakika süre içerisinde yeteneklerini göstermesi gereken sahnede; yetenek olarak gösterdiği ve sonrasındaki referansı da unutulmazlar arasındadır! Aslında Açlık Oyunları serisi, kitapları ve filmleri, efsane olmuştur bile! 
Okumaktan büyük zevk aldığım kitabın bu filmini izlemek de büyük bir zevk verdi!

Açlık oyunları ile ilgili olarak şöyle de bir e-ansiklopedisitesi vardır, İngilizce'dir, bilginize: http://thehungergames.wikia.com/wiki/The_Hunger_Games_Wiki
Bu film için:
Son!

Seri için; üçüncü filmi merakla ve sabırsızlıkla bekliyoruz! 

23 Kasım 2013 Cumartesi

K-Pax

Prot, K-Pax gezegeninden gelmiş bir uzaylı olduğunu iddia etmektedir. Tren istasyonunda bir hırsızlığa tanıklık eder ve psikiyatriye sevk edilir. Kaldığı hastanede Dr. Mark Powell'ın gözetiminde Prot'un kim veya ne olduğu araştırılmaktadır. K-Pax gezegenini bilirkişiye danışan Dr. Powell, beklemediği bir cevapla karşılaşır ve K-Pax gezegeninin astronomi biliminde makalelerde yer verilmemiş, araştırması devam eden bir gezegen olduğunu öğrenir. Prot'u bu astronomi uzmanlarıyla yüzleştirir ve uzmanların daha çözümleyemediği K-Pax gezegeninin yörüngesini ve bağlı bulunduğu iki yıldızlı güneş sisteminin yörüngesini gözler önüne sunar! Bu gelişmeler Prot üzerindeki şüpheleri iyice arttırır.

Dr. Powell ile Prot arasındaki konuşmalar ise dikkatle izlenmelidir:
Dr. Mark Powell: Uh, how is it that being a visitor from space, that you, uh, you look so much like me or, or anyone else from Earth?
Prot: Why is a soap bubble round?
Dr. Mark Powell: "Why is a soap bubble round?"
Prot: You know, for an educated person, Mark, you repeat things quite a bit. Are you aware of that? A soap bubble is round because it is the most energy-efficient configuration. Similarly, on your planet I look like you. On K-PAX I look like a K-PAXian.

(Dr. Powell: Uzaydan gelen bir ziyaretçi olmak nasıl bir şey? Sen benim gibi ya da bir Dünyalı gibi görünüyorsun.
Prot: Sabun köpüğü neden küreseldir?
Prot: Eğitimli biri olarak Mark, bilirsin ki, cümleleri tekrarlıyorsun. Bunun farkında mısın? Bir sabun köpüğü en iyi enerji verimini küresel yapıda sağlar. Benzer olarak, gezegeninizde sizin gibi görünüyorun. K-Pax'te K-Paxli gibi görünürüm.)

Uzaylı bakışını mükemmel bir tutarlılıkta değiştiren bir diyalogtur bu! Filmin içine gizlenmiş olan bu küçük mühendislikler filmi eşsiz kılmaktadır! Bunun yanı sıra psikolojinin de devreye girmesiyle mükemmel bir seyir zevki sunan bir "uzaylı" filmi çıkıyor. Beklenilenin aksinde yeşil renkli dev kafalı dev gözlü yaratıklar değil!

Prot 27 Temmuz'da gideceğini söyler. Kaldığı hastanedeki arkadaşlarına giderken yanında bir kişiyi götüreceğini söyler. 27 Temmuz yaklaştıkça Mark Powell araştırmasını derinleştirir. Hipnozla Prot'tan bazı ipuçları elde etmiştir.

27 Temmuz'da gidip gitmeyeceği konusunda hastane çalışanları arasında bahis bile başlamıştır ve izleyici de çoktan bahsin içindedir, Prot gidecek mi kalacak mı? Prot Dünyalı mı K-Paxli mi?!

Bunu tartışırken Prot'un etrafında gözlemlenen değişimi izlemek de ayrı güzeldir.

Filmin konuları ele alışındaki tutarlılık, konunun işlenişi tarifi olunmaz bir seyir zevki sunmaktadır. Psikoloji, felsefe, bilim-kurgunun bu mükemmel harmanı Iain Softley yönetmenliğinde izliyoruz. Prot rolünde Kevin Spacey'nin mükemmel başarısını unutmamak gerekir!

Filmi izlerken bazı sahneler ve bazı cümleler zihninize kazınacak. Sıradanlık, sıradışılık çatışmasını izlemenin eğlencesine de bir kez daha varılacak. Bu nezih film benim aslarım arasındaki yerini çoktan almıştır!

Filmden bazı replikleri burada bulabilirsiniz: http://www.imdb.com/title/tt0272152/quotes

" Adios, Aloha! "

Son.

Gattaca


Bir Andrew Niccol filmi. Dispotik bir atmosferde, genetik olarak -mükemmel- çocukların üretilebildiği bir dünyada Vincent Freeman, Tanrı'nın çocuğudur, yani doğal yollarla dünyaya gelmiş, genetik bir işleme tabi olmamıştır. Doğduğundan on saniye sonrasında ölüm yaşından, ölüm nedenine kadar tespit edilmiştir. Daha sonrasında ailesi, Vincent'a bir erkek kardeş istemişler ve genetik mühendisliğinin ürünü olan Anton Freeman'ı elde etmişlerdir. Çocukluğundan itibaren Anton ile Vincent çekişmektedirler. Bu çekişme doğal ile yapay arasınındaki, mükemmel ile mükemmel olmayan arasındaki çekişmeyi de sembolize etmektedir.

Vincent, uzaya gitmek, bir pilot olmak istemektedir. Ancak genetik yetersizlikleri buna engeldir. Daha sonrasında ise, genetik mühendisliğinin dünyaya getirdiği bir kişinin kimliğine bürünmek çabalarına başlamıştır. Bu işi yapan birisiyle irtibata geçmiş ve bu kişi Vincent'ı, kayıtlarda herhangi bir sıkıntısı olmayan ancak yürüme yetisini bir trafik kazasında kaybetmiş olan Jerome Eugene Morrow'un yerine geçirmiştir. Bu noktada doğal olan -mükemmel olmayan- ile genetik mühendisliği ürünü olan -mükemmel olan- arasında bir başka etkileşimle karşılaşılmaktadır. Jerome engellidir. Mükemmel olanın mükemmel olmayışı üzerine bir sembolizm de burada karşımıza çıkmaktadır.

Vincent, Gattaca'da Jerome Morrow olmuştur artık. Uçuşa atanmıştır ve uçuşu bir hafta sonradır. Ancak beklenmedik bir ölüm Vincent'ın işlerini zora sokmuştur ve ölen kişinin katilini arayan dedektifler Vincent'ın kirpiğini olay yerinde bulmuşlardır. Vincent'ın peşine düşen dedektifler ile Vincent arasındaki kovalamaca esnasında -mükemmel olmayan bir mükemmel- Irene ile yakınlaşmışlardır.

Andrew Niccol, bu filmden sonra gerek yazar olarak gerek yönetmenlik olarak çok güzel filmlere imza atmıştır ancak yönetmen ve senarist koltuğuna oturduğu bu ilk filmi, ilk olmanın acemiliklerini bariz bir şekilde taşımaktadır.

Distopik bir havada olsa da ışıklar ile distopiklikten uzaklaşıp bir dramaya kaymaktadır. Bunun dışında Vincent'ın gerek Irene ile, gerek Anton ile gerekse Jerome ile ilişkisi net temeller anlatılmak istenenin tamamını vermeyi başardığını sanmıyorum. Bir doğal karakter karşısında üç yapay karakterin oturtulması dengeyi bozup bir kahramanlık filmine kaydırmaktadır. Azmedersen başarırsın tadında bir film olmuştur. Buna Jerome'un son hareketi tuz biber olmaktadır. Artı olarak uçuştan hemen önce, doktorun Vincent'a davranışı baharata baharat katmaktadır.

Bir başka sorun ise genetik olarak çocuk tasarlamak mümkünken bir felç düzeltememenin dayanağı asılı kalışıdır. Neden iyileştirilemiyor ki sorusuna cevap bulunmamaktadır. Andrew Niccol'ün bu filmden kendisine dersler çıkartarak daha sonraki filmlerinde büyük bir seyir zevki sunduğu da tartışılmaz bir gerçektir.

Vincent'ın kapanış konuşması ise film içinde başka bir tattır. Filmin süregelen aksiyonu içinde nefes aldırmıştır, gülümsetmiştir.

Son.

21 Kasım 2013 Perşembe

Elysium Yeni Cennet

9 Ağustos'ta Türkiye'de vizyona girmiş. Gelmiş geçmiş. Yeni izledim. 

Elysium, izlenesi, güzel bir bilim-kurgu olmuş. Zengin insan fakir insan temelinde, dünya dışı bir koloni -Elysium-da yaşayan "elitler"in veritabanı "halk" tarafından "hacklenmiştir." Veritabanı açığı ise yine "elitlerden" alt rütbeli birinin -Savunma Bakanı- en üst rütbede olmak istemesi üzerine sistemi kuran adamla anlaşmasının sonucunda yeniden başlatma yazılımını çaldırması üzerine ortaya çıkmıştır. Elysium sisteminin "insan haklarına uygunluk" temelinde olması ise üzerinde durulması gereken ayrı bir noktadır. Elysium, Elitizm temeli üzerine kurulan bir sistemdir. Elysium'da kurulan sisteme seçilmişler "paralılar" olarak görülmektedir. Paralılar için Dünya'daki insanlar birer işçiden ibarettir. Ancak Elysium Başkanı'nın bir cümlesinde, Dünya'daki ajanlarından birinin insanlara tutumuna karşılık insan haklarına aykırılıktan bahseder. Bu noktada açılması gereken parantez şudur: Böyle bir başkan insanları yaklaşık on saniyede iyileştirebilen cihazları Dünya'ya göndermemektedir. Bu başkanın mevkine gözünü dikmiş olan Savunma Bakanı Dünya'dan gelip kaçak olarak Elysium'a sızmaya çalışan insanları vurduğu için sorgulanır. Savunma Bakanı habitatını korumak istediğini belirtir. İşte bu istek üzerine para kaybeden ancak Elysium sistemini kurmuş kişi ile "para" üzerine anlaşır.  Buna göre Elysium, Elysium'da kurulan sistemindeki şeçkinler, "paralılar" olarak görülmektedir. 

Çelişkilerle iç içe bir elit tabaka, iyinin kazandığı bir halk.  Öyküde gerçekleşen kopuklukların yanı sıra kendini izlettiren, geleceğin belki distopik belki ütopik, elitizme bir bakış. Son zamanlarda üzerine çalışılan Dünya dışı koloni yaşamında göze çarptığı yadsınamaz. Platonik elitizmden ziyade bir liberal elitizmin çökmeye mahkumiyeti alışılagelmiş bir öykü olmuştur.

Elysium atmosferi ise ayrı bir soru işaretidir. Atmosferi üstü açık Elysium'da muhafazasının merkezkaç kuvvetini kullandıklarını andırıyor. Lakin o kuvveti oluşturacak bir dönüş hızı sezinlediğimi söyleyemem. Zira uzayın vakum kuvvetini dengelemesi gereken bir merkezkaç kuvvetinden bahsetmek gerekmektedir.

Nüfus konusuna değinilmemiştir. Elysium nüfusu üzerine bir kıyas yapamadım. Vardıysa da kaçırmışım.

Vücuda bağlanan çelik iskelet ve beyinden veri alma da temel öğelerinden birisi olmuş. Beyinden beyne aktarılan veri, alıcı tarafından beyinde çözümlenmemesi durumu ise yoruma açıktır. Alıcının beyninden veri tekrar donanıma aktarıldığında alıcının ölmesi durumu da aynı şekildedir. Veri "şifreli" midir? Alıcının beyni veriyi çözümleyemediği için mi, alıcı öldü? Yoksa verinin büyüklüğü mü buna etkendi? 

Neill Blomkamp'ın yazıp yönettiği Elysium Yeni Cennet'i District 9 ile bolca kıyaslandı, Elbette kıyaslanacak. Lakin ben biraz daha her filmi kendi çatısında incelemek taraftarıyım. Yönetmenin diğer filmleri, yönetmenin sınırları hakkında, yapabildikleri hakkında fikir vermesi yönünden kıyasa çok açıktır. Bu sebeple Elysium'da daha başarılı olmasını beklerdik. Olmadı. Ancak yine de Elysium'u kendi çatısında izlediğimizde eksiklerine rağmen kendini izlettiren bir film.


Son.

Ink


2009 yapımı Jamin Winans yönetmenliğinde fantastik bilim-kurgu türünde bir film. İyi ile kötü; aydınlık ile karanlık arası savaş, insanlar uyuduktan sonra devam etmektedir. Bu savaşın tam göbeğinde olduğunun farkında olmayan Ink, küçük bir kızı, uykusunda alıp Kurul'a götürmektedir. Sadakatini Karabasan'a kanıtlayarak utancından, yaralarından, yara izlerinden kurtulacağını ummaktadır.

Karanlık içinde aydınlık öyküsü, Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu Quasimodo izlerini taşımaktadır. Ink Quasimodo gibi çirkindir de aynı zamanda. 

Kurgusu çok güzel olan filmde karakterlerin kurgu içine dağılması da ayrıca güzel! Kılavuz ise ayrıca incelenmesi gereken bir karakter. Gözleri görmeyen, gözkapakları üzerine selobanttan çarpı yapılmış bu karakter Dünya'nın Ritmi'ni hissetmektedir. Bu ritm ile zincirleme reaksiyon sayesinde kendi evrenini aşarak Dünya'daki evreni etkileyebilmektedir. Zincirleme reaksiyon kurgusunu Jamin Winans'ın kısa filmi olan Spin'de işleyişi de ayrıca güzel.

Filmin çekimi ise ayrıca güzel. İki evren arasındaki ilişkiyi renkler ve sesler üzerinden işlemesi, ışıkların verdiği o tat filmi mükemmelliğe bir adım daha yaklaştırmaktadır. Görüntülerdeki titremeler, atlamalar o kadar güzel ve yerinde olmuş ki, kendisine hayran bırakıyor. Bunun dışında "ilk sahnede görünen tüfeğin ikince sahnede patlaması" mottosuyla, filmde görülen fantastik öğelerin tamamı görevlerine hizmet etmektedir! Kabusların yüzündeki ekran maske ise ayrıca dikkatimi çeken ve sevdiğim bir öğe oldu. Ancak Masal-Anlatıcı'nın akıbeti konusu bir eksiklik. Net bir ayrım olmasa da Masal Anlatıcılar, Savaşçıların bir adım önünde. Bunun yanı sıra yukarıda bahsettiğim, Kılavuzlar bulunmaktadır. Ayrıca her iki taraftan da olmayan Anahtarcılar bulunmaktadır. Karakterlerin evrenlerine uygunluğu, tutumları da ayrı bir seyir zevki sunmaktadır. 

Başlarken tereddüt ettiğim, birazcık da adına kapıldığım film beklentilerim çok üzerine çıktı. Şimdi uykular ve uyku sonrasına biraz daha başka bakmamak elde değil! 

Kurgusu, seleri, ışıkları, efektleri, karakterleri, senaryosu kesinlikle izlemeye değer bir film!

Son.