28 Nisan 2012 Cumartesi

Kelebek

Bazı zamanlar vardır, bir şarkıyı tekrar tekrar dinlerim. Dinledikçe daha çok dinlerim. Dinlerken bir yandan da kitap okumak isterim. Ancak bu isteğime elime kalemi alıp yazmak da eklenir. O anda klavye sesini özlediğimi hissederim. Bunların hepsi olurken fincanımda tomurcuklu çayım soğur. Soğuması hüzünlendirir beni. Fincanımı yalnız bırakmak istememiştim ki!

Projem üzerinde çalışıyordum. Bira.Fm'de denk geldi. Uzun zamandır dinlememiştim. Bir, iki, üç derken, kaynak kitaplarımı, e-kitaplarımı, makalelerimi bir kenara bıraktım. Elim en yakın kaleme uzandı. Biraz parmaklarımda dolaştırdım. Kulaklığımı taktım. Şarkıyı daha yakınımda duymalıydım. Sesler kulaklığımda değil. İçimde. Şarkıyı değil Dünya'yı, bütün duyguları dinliyorum!

Baharın o tatlı akşamüstü serinliği pencereden içeri giriyor ve ben o havayla uzaklaşıyorum.

Fincanımdaki çay soğudu. Gözlerimi açtığımda, Çiko'nun resmettiği sahilde olmak istiyorum. Bulutlar turuncu olsun. Bir yaprak düşsün suyun üstüne. Yaprağın dalgası iki aşık balığı birbirine yaklaştırsın. Balıkları gören iki martı... Ufuktan sessizce geçen gemidekiler bu iki martının birbirlerine bakışını seyretsinler.

Pervanedeki akıntıya kapılan yosunlar birbirlerine sarılsınlar ve pervanelerin arasından geçip gitsin. Yosunları üzerinden alınan yengeç kumsala kadar gelsin. Eşini bulsun.

Suyun üstüne düşen yaprak havalansın. O küçük narin rüzgarda. İncitmeye kıyamaz o rüzgar... Akşamüstü turuncu bulut gibi...

Gözlerimi açtığımda, yanıma düşsün o yaprak o tabloda ve ben kalkıp iskeleden kalanlara gideyim.

Adayı terketmeyen iskele ayakları gibi...

O yeşil yaprak uçsun tekrar, elime konsun. Çiko'ya vereyim onu. Rüzgarın tüm kadifeliğini biriktirmiş o yaprak, etrafımızı sarsın. Kozamız olsun. Tırtıl misali... Geçsin zaman ve kelebek olalım. Rüzgarda uçalım...



You and me alone, sheer simplicity

25 Nisan 2012 Çarşamba

Atomize Tozlarda Hızlı Katılaşma

İnternette gezinirken gözüme bir makale takıldı. İşin tuhafı nasıl gözümden kaçmış onu bilmiyorum. Metaldünyası.com.tr 'de okudum bu makaleyi.

Rıdvan Hocamız, Erdem Hocamız ve Muzaffer Hocamız'ın çalışması ve makalesi.

Buyrun buradan okuyun: http://metaldunyasi.com.tr/haber/detay/484

Deneyi  Al-SiC ve Ti6Al4V alaşımı tozu kullanarak gerçekleştirip karşılaştırmalı sonuç elde etmişler.

20 Nisan 2012 Cuma

Sınava Gidiyorum

Evden çıkmama yarım saat kadar var. Ben bu yarım saatte bir konu daha bitiririm ama onun yerine oturdum The Piano Guys dinledim, izledim, eğlendim.

Harry Potter Prologue'suna takıldım. Çok da güzel çalmış!

Ben bunu dinleye dinleyeye gider sınavıma girerim. Harry Potter'ı da hala severim.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Acayip Hikayeler

Malum vize dönemi. Çalış çalış, bi' yerden sonra beden kabullenmiyor. 14 Nisan 00:15'te ders çalışmakla meşgul olduğumdan diziyi internetten izlemek peşindeydim. Bugün de internetten izlemek için linkini ayırdım. Gün sonuna ödül olarak da onu koydum.

Ödül oldu mu? Olmaz olur mu! Uzun zamandır Türkiye'de bu kadar güzel dizi izlememiştim. Felsefi kısmını deşmeye çok vaktim yok ama çok güzel olmuş. Hem de kısa! Korkum oydu, dizi-film çekmelerini istemiyordum çekmemişler de!

E acayiphikayeler.com'daki sayacı da takip etmeye başladım bile.

12 Nisan 2012 Perşembe

Yandakinin Elindeki Okumak

Yeri gelir okurum. Tatlıdır çünkü. Eğlencelidir. Tüm gazeteyi yandakinden okumuşluğum olmadı hiç. Ki zaten dolmuşlarda falan elimde kitabım vardır. Elimdekini yandan okurlar. Göz ucuyla onları izlemek de çok eğlencelidir.

Bazıları "ne okuyor bu terbiyesiz ne biçim kitaplar falan" diyormuş gibi hissederim. Halbuki elimde pornografik de bi' şey yoktur. Ki kimine göre de pornografi ayıp değildir. Neyse başka bir polemik açmayacağım. Kimilerinin merakını iyice celbeder elimdeki kitap. Benle beraber sayfaları okuduklarına şahit oldum. Hoşuma da gidiyor. Okumuyor dediğimiz halkımız aslında bi' şekilde okuyor da gidip alıp okumak işine gelmiyor ya da pahalı geliyor.

Göz ucuyla seyrederim elimdekini okuyanları. Bazen kafamı kaldırır etrafa bakınıyormuş gibi yaparım. Ama gözüm yandakindedir. Yandaki de benimle beraber hemencecik kafasını kaldırır başka yöne bakar. Bakınır... Utanır belki yaptığından ya da muhatap olmak istemez. Bunu anlamam işte...


Ece Temelkuran'ın Meral Okay için yazdığı yazıyı okudum. Buradan yazıya ulaşabilirsiniz.
" 'Bir şey oldu bu memlekete. Kimse kimseyi sevmez oldu' dedi." 
diye aktarır Meral Okay'ın yazdığını. Konuşmuyoruz artık. Sevmiyoruz çünkü birbirimizi. Kimileri elindekini okutmaktan hoşlanmıyor. O da bi' tercihtir. Kimileriyse çok konuşkanları sevmiyor. Sevmiyoruz artık. Sevdiklerimiz çok azalmış. O sebeple insanlar birbirlerine "neyi seviyorsun" diye soruyor. Liste kısa çünkü...

Sevmediklerimizin listesi uzadıkça uzuyor...

Neden sokaktaki adamı sevmiyorum? Çünkü saygısız geliyor? Ben çok mu elitim? Pek tabi ki hayır! Kızgınız artık. Bi' şeylere kızdıkça kızıyoruz. Büyüklerimizin de küçüklere sabrı kalmadı. Nerede o eski bayramlar diyen büyüklere, nerede o eski sabırlı tonton büyükler demek geliyor içimden.

Dolmuşta sırf oturuyorum diye bana söylenen adama neden yer vermek isteyeyim? O da dolmuşa parayla biniyor ben de... Tatlı dili unutuyoruz. Büyükler öğretirdi tatlı dili, onların dili daha zehirli oldu. Suç sadece büyüklerin mi?

Sevmiyoruz birbirimizi. Patlayacak yer arıyor ufacık bir şeyde giriveriyoruz birbirimize. Ben farklı değilim ki...

Topluca tatile ihtiyaç var sanırım ya da uzaklaşmaya. Çünkü biliyorum, yarın sokağa çıktığımda yine bir psikolojik savaş vereceğim. Çünkü sınıflandık ve sanırım benim sınıfım istenmeyen bir sınıf...


Bugün dolmuştaki liseli elimdeki kitabın sayfalarını benle beraber okudu. İlgilisini çok çekti anladığım. Bir ara camdan dışarı bakarken kafasını eğmiş kitabın adını okumaya çalışıyordu. Çeviriverdim kapağını. Gördü adını. Umarım bi' şekilde edinir; evinde de okur. Ama sormadı bana. Adı ne bu kitabın demedi. Düşündüm. Ben sorar mıydım diye? Sormazdım...

Ece Temelkuran'ın aynı yazısından alıntılayacağım yine:
"Bu kanserin bu memleketle ilgisi var. Bu aşkın olduğu kadar..."








3 Nisan 2012 Salı

Avatar : Legend Of Korra

Avatar  : The Last Airbender'dan sonra geldi. Çok önceleri duyrulmuştu, merakla bekliyorduk. Arada aklımızdan falan çıktı. Aklımıza düştükçe de acabaları hiç eksik olmuyordu. Aang'ten sonra Korra'yı sevecek miydik, Aang'e ihanet duygusuna bile kapıldığımız zamanlar olmuştur. Ancak Korra, Aang'in bir hazinesi ne de olsa ve Aang kadar da eğlenceli. Aang'in oğlu Tenzin Korra'ya havabükücülük öğretiyor. İşte böyle başladı. Tenzin'in çocukları da ayrıca eğlenceli.

Aang şavaştan sonra Cumhuriyet Şehri'ni kurmuş. Barışın, dengenin ve huzurun simgesi. Korra hava bükücülük eğitimini burada alıyor. Ayrıca şehir hayatı da çok güzel anlatılıyor. İşte ilk iki bölümden çıkardıklarımız şimdilik bunlar. Sevdim mi? Evet sevdim. Hem de fazlasıyla. Gözlerim Aang'i arıyor mu? Evet arıyor. Tenzin'e baktıkça Aang'i görüyor muyuz? Evet. Velhasıl Aang de Korra'ya görünecektir. O bölümleri de merakla bekliyorum.

Hadi bakalım; Cumhuriyet Şehri'nde bir Avatar.

Bu da resmi sitesi:
http://www.nick.com/shows/legend-of-korra/about?navid=showNav